31 Mart 2012 Cumartesi

The Blues Brothers/Cazcı Kardeşler


Acaba bu filmi neden bu kadar geç izledim? Yoksa aslında geç değil de her şeyin bir zamanı var da ben tam zamanında mı izledim? Şarkılı, eğlenceli, danslı, böyle tekrar tekrar izlersin de mutlu olursunlu bir film. Filmde rol alan ünlü hatta hayatta olmayan blues/jazz müzisyenlerinin seslendirdiği şarkılar zaten muhteşem(Biraz da üzücü tabi).


Blues kardeşler umarsızca masum görünen suçları işleyip, sürekli sayısı artan polislerden kaçıyorlar. Hepsi de çocukken kaldıkları yetimhanenin kurtulması için. Yetimhaneyi kurtarmak için eski gruplarını bir araya getirmeye çalışıyorlar. Bunu yaparken tabi ki de çok eğlenceli, komikli macera yaşıyorlar.
İzledim mutlu oldum. Daha sonrasında dinlemelere doymadım, gün içinde resmen arka fon filmim oldu. Arşivde durmalı ara ara izlenmeli. (Yazan: Eren)


30 Mart 2012 Cuma

WRATH OF THE TITANS ! - Fragman/Trailer

Beklenen fantastik kurgu vizyonda !

THE TWILIGHT SAGA: BREAKING DAWN - PART 2 Alacakaranlık - 4 Son bölüm Fragman/Trailer




              Güzel ve çekici bir bayan mısınız ? Dudağınız mı kanadı ? Öyleyse hemen kaslı bir abimiz tshirt'ünü çıkarıp dudağınızı silmeye gelecektir..Serinin son filmidir bu arada..Part 1 kadar kötü olmasa bari..



26 Mart 2012 Pazartesi

Midnight in Paris / Paris'te gece yarısı

       Owen Wilson bana hep kötü bir komedyen olarak gözükmüştür..Aslına bakarsanız oynadığı basit filmlerden ya da gerçekten yeteneksiz olduğundan sevmiyorum ben bu adamı diyordum ki Paris'te gece yarısını bir tavsiye üzerine izleyene kadar..

       Bu filmi izledikten iki hafta sonra ancak yazabildim...Elbette sabah akşam berduşlar gibi bu filmi düşünmüyorum ama sindirmesi ilk vakitler keyifliydi ve yazmak istemedim..Filmi izledikten sonra yazıların akmasını bekler ve soundtrack'i hep dinlerim sonuna kadar bahsetmişimdir..ancak bu filmde oldukça kalakaldım..Benim en zayıf noktama yüklenmişlerdi.. İzlerken hem çok karışık duygular içerisindeydim hem de bazen kısa kopmalar yaşıyarak kendi geçmişime gittim.. Altın çağ.. İşte tam bu noktada filmde insanların en mutlu oldukları ya da mutlu olabileceklerini düşündükleri zamanlara yolculuklardan bahsediliyor..Konu böyle olunca geçmişine gereğinden fazla önem veren şahsım filmi elbette beğenecekti..Bir yazarın şans eseri Paris'in arka sokaklarından birinde ütopik bir düşünceyle zaman içerisinde seyehat etmesi ve bu seyehatin yazarı tam da yaşamak istediği döneme götürmesi üzerine kurulmuş çok sempatik ve düşüdürücü bir filmdi.. Paris'i seviyorsanız şahane kadrajlar ve sindire sindire gezilen şehir, size senaryo ya da oyunculukları unutturacaktır ancak film ciddi anlamda keyifli ve güzel bir akşam menüsü olarak izlenmeye değer filmler arasında.Woody Allen sevilesi insan.IMDB notu ise 7.8 ( Yazan : Yusuf )



The Skin I Live In / İçinde Yaşadığım Deri

   İçinde yaşadığım deri ismi aslında ilginç bir iticilik uyandırdı bende..Filmi aylar öncesi almıştım ama izlemek için bir yerlerde şans eseri duymayı umuyordum sanırım..Yine nedendir bilinmez yorumlamak içinde bir vakit beklemek zorunda hisettim kendimi..İçimdeki karmaşayı böyle anlatıyorum ki sanmayın boş boğazlığımdan..Bir nedeni varmış..Sindirilmesi zor bir film..Senaryo kulağa çok ütopik gelsede günümüz koşullarında artık neyin kurmaca neyin kavramsal ya da gerçek olduğunun ayrımına varması pek zor..Film işte tam burada kocaman bir parantez açıyor ve diyor ki ; " Siz çok sevdiğiniz kızınızınn intikamını alırken ne kadar ileriye gidebilirsiniz ? " .. Antonio Banderas kendi görevini yapmış ve kenara çekilmiş..ama filmde Antonio Banderas'ın kızı rolündeki tanınmamış yüz Ana Mena toplamda oynadığı beş küsür dakikada çok etkileyiciydi..Bir diğer başrol oyuncusu Elana Anaya ise Antonio gibi görevini yapıp senaryoyu doldurmanın dışına çıkamamış..Özetle senaryo dışında orjinal pek bir husus olmayan bir film ama zaten oyunculuk gözünüze batacak kadar da kötü değil..Bir akşam oturup neden izlenmesin ? Elbette izlenmeli. IMDB notu ise 7.7 ( Yazan : Yusuf )



19 Mart 2012 Pazartesi

Drive


Ben bu filmi Yusuf'un sevdiği kadar sevmedim. Aslında baya hiç sevmedim. Ryan Gosling ve Carey Mulligan'a yönetmen, siz öyle durun güzel, yakışıklı ve seksisiniz zaten, ben sizin etrafınızda süper bir film çekeceğim demiş bence. Ha bir de arada üzgünlü bakışlar atın ben oraları sündürüp harika sahnelere çevireceğim demiş. Sıkıldım bir ara gözüm bile daldı. O uzun yavaş çekimli anlamlı gibi sahneleri yok mu?  Bence zaten Ryan Gosling genel olarak filmlerinde durup o tipik kuzu gibi bakışlarıyla oynar gibi yapıyor. Sanırım Ryan Goslin'i hiç sevmiyorum, bu filmle de sevmediğimi daha iyi anladım. Bol bakışmalı, duygusal, silahlı, arabalı,  yakışıklılı film izlemek isteyen varsa, o gereksiz ağır çekimler bana koymaz, iki güzel insan görmüş olurum, dersen izle.
Dip not: Filmde az da olsa Mad Men'in seksi Joan'ı Christina Hendricks oynuyor.( Yazan : Eren )

14 Mart 2012 Çarşamba

Hugo


İkiteklerden iki Hugo yorumu ozaman:
Gerçekten başarısız bir film. Hiç sevmedim. Yoruldum izlerken. Özellikle o iki çocuğun 'Arka Sokaklar' vari oyunculuğu, mimiksizliği yordu. "Anlatmaya çalıştıkları ama beceremedikleri şey güzeldi" :)
Filmde güzel olanlara değinmek gerekirse, Gustave karakteri, filmin renkleri, görüntüleri, arada Tim Burton vari animasyonlar. Bu arada dip not: Johnny Depp de yapımcılarından biriymiş filmin.( Yazan : Eren )

Hugo Cabret



     Hugoyu izledim..Çok duygulandım..Aslına bakarsanız, Hugo iyi bir film değilmiş ama filmdeki cümleler görsel efektlerden ya da taklit yapan insanların rollerini izlemekten daha tatminkardı..yitirdiğimi düşündüğüm ama hala içimde biryerlerde olduğunu tekrar farkettiğim rüyalarımı hatırladım..tam da böyle oldu..ve evet film bittikten sonra dinlemeye  jeneriği herzamanki gibi dinlemeye devam ettim 2 yada 3 kez hatta..Yazan : Yusuf )

12 Mart 2012 Pazartesi

Beginners

Kapağına bakıp, eğlenceli, neşeli, keyifli, kafa dağıtmalı gibi dedim. İzledim. Beğendim. Aman aman bir neşe akmasa da damlıyor filmden. Film bitince bende kalan çoğunluk duygu: Hüzün. 
Konu kısaca şöyle: Annesi ölen bir genç adamın, babasının kanser ve gay olduğunu öğrenip, birlikte babasının hayatında ki son zamanları paylaşmaları ve bu arada babasının ve kendisinin aşık olmaları. 

 Bir de babasından miras kalan köpek var. Kendisi dili olsa seninle adam gibi dertleşecek.
Filmde en çok sevdiğim şey, filmin hemen hemen her sahnesinin fotoğraf karesi gibi olması ve sıcak renklerini olması. Görüntü açısından çok doyurucu. Oyunculuk için sadece Melanie Lauretn (Inglourious Basters filminde alman genarelin elinden kaçan Shosanna)  beni çok rahatsız etti. Filmde ki karakterinin nevi şahsına münhasır bir özelliğidir belki ben anlamamışımdır. Ama arkadaşı izlerken gerildim sıkıldım 'bi mimik ver duygu göster be kadın' dedim. Ewan McGregor ile yaşadığı aşkı hiç anlamadım, gelmedi bu taraflara. A ha galiba ben rahatsız eden şey, 500 Days of Summer filminde Summer'ın sürekli koca gözlerini açarak oynamasını çok anımsattığı için.

Gel gör ki Oliver'in (Ewan McGregor) babası olan Hal Fields (Cristopher Plummer) ile Andy'nin ( Goran Visnjic ER'ın yakışıklı Dr. Luka'sı) yaşadığı aşk muhteşem. Birbirlerini seviyorlar gerçekten. Oliver'ın da filmde çokça görülen, babası ve sevgilisini izlerken yüzünde beliren tebessümlerden de anlaşılıyor.
 Sevgili Goran Vinsjic bu kadar mı güzel gay oynar? Sen yakışıklı karizmatik doktor, gerçek bir gay ol. Çok keyifli gerçekten. Nasıl derler Melanie Laurent haricinde herkes tabi ki de usta ve başarılı oyuncular.

Öyle harika oynanmış sahneler var ki, yazının başında bahsettiğim bende bıraktığı hüzünlere neden oldu. Bazen hüznü bile aşıp, küçük çaplı hıçkırığa neden oldu. Neden bu kadar duygusal peki? Sanırım benim en zayıf olduğum noktadan vurdu bu film. Sevdiğin insanın yavaşça, son anları olduğunu bilerek ölmesi. Baba sürekli son zamanlarını keyif alarak, üreterek, severek mutlu geçiriyor.

Sonra ortada yeniden başlayan bir çift kalıyor.

Hüzünlü, keyifli, güzel müzikli bir film. Evet aslında bittiğinde sevmemiş gibiydim ama, düşünüp duygulandıkça sevdim.( Yazan : Eren )

6 Mart 2012 Salı

The Mist

          The Mist, izleyip izliyebileceğiniz finali en berbat filmlerden biri (berbat burada "vurgu" anlamında)..ve elbette size finalinden bahsetmiyeceğim devamını gönül rahatlığı ile okuyabilirsiniz..

İnsanoğlunun "pişmanlık" olarak adlandırdığı o lanet duyguyu iliklerinize kadar hissediyorsunuz finalde.. Film bilim-kurgu ve gerilim aslında ama çaresizce izliyorsunuz çoğu sahne insan ilişkilerinin panik ve kaos ortamında ne durumlara gelebileceğini çaresizliğin sizlere neler yaptırabileceğini ve aklınızı dakikalar içerisinde nasıl yitirebileceğinizi gösteriyor..Bir benzeride "Batman The Dark Knight" filmdede vardı gemili sahnede hatırlarsanız..İşte o tadda çaresizlikle dolu ama süper süpriz bir finalle taçlandırılmış bir bilim kurgu filmi The Mist.. IMDB notu 7.3.. Bence de 7.5 hakkıdır helalidir filmin..İzlenmeli..Yazan : Yusuf )


Our idiot brother
















            Hani keyifsizken bir dvd'ciye girdiğinizde gözleriniz "off beynimi çalıştırmıyacak herhangi birşey izliyeyim ben en iyisi.. ", bakışıyla tarar ya filmleri..işte Our idiot brother'ı o şekilde seçtim... Film , aslında çok özel bir film çıktı ve beni utandırdı aslında..Sanatsal replikler yok efendim Fransız kadrajlarını anımsatan niteliklerinden ötürü özel demiyorum, içeriği açısından çok özel ..Aslında bakarsanız kendi hayat felsefemi anımsadım filmi izlerken..Biraz saf hallerimiz hepimizin vardır ama " iyi niyetli insan olmak"  bazen herşeye inanmanızı ve kendinizi insanlarla kolayca paylaşmanıza ve bunun sonucundada kolaylıkla sizden yararlanmalarına yol açabiliyor.. İşte film tamda burada başlıyor..İyi kalpli gözlerle bakan biraz safça bir adamın ailesiyle geçirdiği zor zamanlar ve aslında iyi olmanın güzelliği ile anlatılmış filmde..

IMDB'nin 6.6 verdiğine bakmayın.. Ben 8'i bile zorluyacağını düşünüyorum..Yazan : Yusuf )